Öne Çıkan Yayın

Evin İçine Yağan Kar

      Herkese selam! Nasılsınız, n'apıyorsunuuz? Günleriniz nasıl geçiyor, nelerle meşgulsünüz? Tatil planınız var mı ya da memlekete mi gittiniz? N'aptınız n'ettiniz gelin biraz sohbet edelim.      Bana soracak olursanız çok şükür ben de iyiyim. Yuvarlanıp gidiyoruz işte:) Evde olmaktan son derece memnunum. Umarım şehir dışına çıkmak gibi bir şey yapmayız. Şu an öyle bir düşüncemiz var gibi durmuyor ancak pek belli de olmuyor bazen bir anda baş gösteriveriyor.      Dün akşam odamda kendi kendime takılıyordum. Blogda bazı değişiklikler yapmak istiyordum onunla alakalı bir şeylere baktım, denedim derken istediğim resmi yapay zekaya da yaptırabileceğimi fark ettim ve küçük bir paragrafla komut verdim. Hatırladığım kadarıyla şöyle yazmıştım: " Sallanan sandalyesinde çayını içerken diğer eliyle gözlüğünü düzelten kız kitap okuyor." tarzında bir cümleydi. Ve işte çıkan ilk tasarımlar...     Çok istediğim sonucu alamamıştım açıkçası. Çok soluk gelmişti. Kız derken bir k

Kelime Oyunu 35 | Ayçiçeği Gökadası 4. Bölüm


 20.05.2093
Çarşamba

    Herkese belki de son defa merhaba. Aslında tam son defa sayılmaz uzay maceram sonlanıyor diye günlük yazmayacağım anlamına gelmiyor bu. Ama normal günlük yazılarımı da herkesle paylaşmayacağım için son sayılabilir.

    En son 1 hafta önce 2 haftadır çok sıkı bir şekilde çalıştığımızdan bahsetmiştim. Son bir haftadır da son hazırlıklarımızı tamamlamaya çalışıyoruz. Ve bugün büyük gündü. Benim Kairos' un karşısına çıkıp hastalığının geçmesini sağlayacak olan panzehri ona takdim etmem gereken gün. Neden mi ben? Bilmem ki adet böyleymiş. Sonuçta o panzehir benim kanımdan hazırlanıyordu ve Yüce Lord Kairos da benim ellerimden teslim almak istermiş. Neyse çok uzatmadan hem hüzünlü hem de bir o kadar heyecanlı olan bugünü anlatmaya başlayayım. 

    Kairos' un şatosuna geç kalmamak ve son defa planımızın üzerinden geçmek adına sabahın erken saatlerinde kalkmıştık. Nathalie yine her zamanki neşesi ile bir şeyler mırıldanıyor aynı zamanda da masayı hazırlıyordu. Yine her şeye fazlaca özenmişti. Göz göze geldiğimizde sessizce başımla selam verdim. O da bana kendine has zarif gülümsemesi ile karşılık verdi. 

    "Günaydın! Umarım güzel bir uyku çekmişsindir. Bugün büyük gün ha! Lord Kairos' un karşısına çıkacaksın. Belki sen de benim yanıma yoldaş olursun. İstersen yani. Ama tabii ki aileni bırakmak benimki kadar kolay olmayabilir. Neyse boş ver şimdi bunları. Ben sana belki son günün olabilir diye elimden geldiğince minik bir sürpriz yapmak istemiştim. Umarım beğenirsin." dedi ve arkasından bir tabak portakallı kurabiye çıkardı. Şaşkınlığım devam etmekteyken o da konuşmasına devam etti. "Çikolatalı yapmak isterdim ama burada çikolata bulmak çok mümkün değildi. Arka tarafta benim için birkaç meyve sebze yetiştirdiğimiz bir alan var. Orada portakalı görünce güzel olabilir diye düşündüm." Şaşkınlığımı atlattıktan sonra ona teşekkür edip kahvaltı masasına oturdum. Tam o sırada Profesör Felb ve Nasoe da gelmişti. Profesörün talimatları ile acele bir şekilde az çok bir şeyler atıştırıp kalktık. 

    Yola çıkmadan önce Parax-351' e geçip son kez planımızın üzerinden geçtik. Profesör her şeyin kusursuz ve doğal olmasını, plan dışı hiçbir şey olmasını istemiyordu. Eğer bugün yakalanırsak bunun son şansımız olduğunu, belki yaşama şansımızın bile olmadığından bahsedip duruyordu. Onca endişesinin arasına Nathalie' i de sıkıştırmıştı elbette. Kendisine bir şey olursa Nathalie tek başına ne yapar ne eder diye içi içini yiyordu. 

    Profesör' ün aklına aniden bir şey unuttuğu geldi. "Bunları almadan bir yere gitmemizin imkanı bile yok!" deyip bize iletişim cihazlarımızı verdi. Bunlar kolumuza takabildiğimiz küçük tabletler gibi olan ve birbirimizle iletişim halinde olabilmemiz için önemi çok büyük olan cihazlardı. Büyük bir heves ile bileğime geçirip yerime oturdum. 

    Kairos' un şatosunun önüne geldiğimizde karnıma ufak sancılar girmeye başlamıştı. Derin bir nefes alıp ulaşım aracından indim. Profesör ve Nasoe' ya son bir bakış atıp onlardan ayrıldım. Bundan sonrasını onlar olmadan halletmeliydim. Pantolonumun sağ ve sol yanına geçirilmiş olan iki cam şişeyi kavradım. Hiçbir şey olmayacaktı. Şişeyi verecektim ve bizimkilerle arka tarafta buluşacaktım. Şatonun kapısında bekleyen muhafıza kendimi tanıttıktan sonra içeriye girdim. Büyük salona yönlendirildikten sonra yine derin bir nefes alıp içeriye girdim. İşte o kapkaranlık havasıyla birkaç adım ötemde oturuyordu. Son gördüğüm zamankinden çok daha bitkin gözüküyordu. Önünde eğilerek kısaca ona olan hürmetimi belli ettim(!) Elimi sağ tarafa atıp panzehri ona doğru uzattım. O kocaman elleriyle bir çırpıda elimden alıverdi. 

    - "Küçük bir çocuğa göre çok korkusuz davranıyorsun, korkmuyor musun benden?" diye tıslamasının(!) ardından duruşumu biraz daha dikleştirdim ve oyunculuğumu konuşturmaya devam ettim. 

    - Nathalie sizden çok bahsetti efendim. Neden sizin gibi merhametli bir lorttan korkayım ki. Lordumuz çok yaşasın! 

    Yaptığı bir el işareti sonucu arkadaki muhafızlardan biri kolumdan tutup beni bir yere götürmeye başladılar. Ama planda bu yoktu, onlarla nasıl buluşacağım şimdi diye düşünürken beni bir mahzene kapattılar. Harika! Bir bu eksikti çünkü. 

    Bir süre mahzende oturup bekledim. Beni burada bırakmazlardı herhalde değil mi? Tam da düşündüğüm gibi oldu. Çok geçmeden ikisi de kilitli mekanizmanın önünde durup onu açmanın bir yolunu denediler. Kilit başarıyla açıldıktan sonra sessimi kontrol etmeye çalışarak onlara teşekkür ettim ve sıkıca sarıldım. Bir an gerçekten korkmuştum. Sonra neden böyle olduğunu sordum. 

    - Beni neden kilitlediler, acaba şüphelendiler mi benden? Yanlış bir şey mi yaptım, bu planda yoktu? 

    Nasoe göz ucuyla büyükbabasına baktı ve derin bir nefes verip bana durumu açıklamaya başladı. 

    - Aslında senin oraya kapatılacağını biliyorduk ama belki korkarsın diye büyükbabam söylemek istemedi. Zaten seni kurtardık önemli olan da bu değil mi? 

    - Geleceğinizi bilseydim korkmazdım.

    - "Muhafızları inandırmak için korkman lazımdı ama." diye yanıtladı Profesör Felb. 

    Pekala rol yapmaya devam da edebilirdim ama şu an bu karanlıkta bunu tartışmamaya karar verdim. Karanlık fobimi yenmenin zamanı gelmişti artık. Sen gel Kairos' un karşısına çık ama karanlıktan kork! Oldu mu şimdi bu?

    Karanlıktan dolayı zar zor ilerledikten sonra karşımıza 5 tane yol ayrımı çıkmıştı. Yalnızca 3 kişi olduğumuz için ilk seferde 3 şansımız olmuştu. Her birimiz ayrı yoldan gidecek, birimiz bir şey bulursa hiçbir şey yapmadan diğerlerini çağıracaktı. Nitekim öyle de oldu. İletişim cihazıma Nasoe tarafından bir sinyal geldi. Neyse ki çok ilerlememiştim. Hemen ekranda gözüken sinyali takip ederek Nasoe' nun yanına vardım. 

    Ben geldiğimde Profesör Felb daha gelmemişti. Nasoe' yu ışık saçan bir şeye dikkatle bakarken görmüştüm. Ona sessizce seslenip yanına yaklaştım. 

     - Hey! Bu da ne böyle? Bu yoğun karanlıktan çıktıktan sonra insanın gözünü acıtıyor. 

    - "Bilmiyorum ama önemli bir şeymiş gibi duruyor. Hem benim gözüm acımıyor." deyip güldü. Aklı sıra şaka yapıyordu işte, çok komik. 

    Dayanamayıp bu ışığa biraz daha yaklaştım. Oldukça parlak, parıltılı ve kristalimsi bir yapıya sahipti. Dışı sanki deniz yüzeyini andırıyormuşçasına hafiften dalgalıydı. Ama kendimi göremiyordum, içerisi oldukça bulanıktı. Ben bu şeyi incelerken arkadan Profesör' ün sesi geldi. 

    - Neyin nesiymiş bu böyle? Çekilin bakalım şuradan, ben bir inceleyeceğim önce.

    Hemen kenara çekildim. Profesör' ü kızdırmak istemezdik sonuçta değil mi? Bakmaktan başka bir şey gelmedi elinden. Dokunursak kötü bir şey olabileceğinden şüpheleniyordu. Tekrardan bakmak için yaklaştım. Elimi değmeden sadece yakından bir hissetmek istemiştim ki elim bir kuvvet tarafından içeriye çekildi. Ve gördüğümüz o pırıltılı dalgalar kayboldu. Hepimiz ortaya çıkan şeye şok olmuş ve hayret dolu bakışlar ile bakıyorduk. Orada bir... Kadın vardı!                                                                                                                                                                                                                                                                                                          Profesör bana alev saçan gözleriyle tüm kızgınlığını ifade etmek ister gibi baktı. Daha sonra hepimizin gözleri uzun boylu dişi uzaylıya döndü. Kendisi gördüğüm en güzel uzaylıydı hiç şüphesiz. Uzaylıydı ama onların fiziksel özelliklerinden biraz daha farklıydı görünüşü. Onun ten rengi de griydi ama daha maviye çalan bir renkti bu. Ayrıca uzun parlak kahverengi saçları vardı. Biraz olduğu yerde gerinip, esnedikten sonra bizi yukarıdan süzmeye başladı. Mor gözlerinden çıkan o bakışlarına ukala bir tavır hakimdi. Aynı zamanda dudaklarında minik bir tebessüm vardı. Ellerini birbirine kenetledi ve ovuşturmaya başladı. Sonra bize dönüp konuşmaya karar verdi. 

    -  Size ne kadar teşekkür etsem az. Sizler gerçek birer kahramansınız. Kairos ve ben bir konuda hemfikir olamayınca o beni buraya hapsetti. Kim bilir kaç yıldır buradayım. Gerçekten de hangi yıldayız? 

    -" 2093." diye cevap verdi hemen Profesör Felb. 

    - "100 yılı aşkın zamandır buradayım demek." dedi sessizce ve yüzü biraz ciddileşti. Bu ciddi ifadesi çok uzun sürmedi. Tekrardan gülümseyip bize elini uzattı. 

    - Tanışmamıştık. Ben Doris. Deniz Tanrıçası, Doris. Aynı zamanda Paraxonos ve birkaç gezegenin daha imparatoriçesiyim. Yani bir 100 yıldır bu görevi yerine getiremesem de herhalde hala öyleyimdir. Kairos kurulla iletişime geçmiş midir? Umalım ki geçmemiş olsun. Hah niye geçmesin ki! Kendisi Fırsat Tanrısı. Aynı zamanda da zaman kavramıyla arası pek de iyi. Beni bir anda dondurup buraya hapsetti. 100 yıl geçmiş ama hala aynıyım. Belki de bununla bir alakası yoktur. Tanrıçalar yaşlanacak değil ya! Tekrardan çok teşekkür ederim. Benim gidip gezegenimi tekrar almam lazım. Ama öncesinde bir soru. Kairos nasıl? Hala genç ve çok mu güçlü? Yoksa şu an bir hastalıkla mı mücadele veriyor? Ölüm döşeğinde mi?  

    Nasoe ve ben cevap vermesi için kafası karışmış gibi gözüken Profesör:' e diktik gözlerimizi. O da Tanrıça hanımı çok bekletmeden cevap verdi. 

    - Lord Kairos dediğiniz gibi zor bir hastalık döneminden geçiyor. Kurul derken ne demek istediğinizi anlamadım, af buyurun.    

    - "Her şey için teşekkürler Profesör." deyip göz kırptı. "Sizden de tabii ki çocuklar." diye ekleyip oluşan hortumun ardından yok oldu. 

    Bir süre gözüm Doris' in ışınlanmadan önce durduğu yerde kalakaldı. Çok geçmeden Profesör her zamanki aceleci tavrıyla hemen buradan çıkmamız gerektiğini, kötü şeyler olabilme ihtimalinin olabileceğini söyledi. Hızlıca iletişim cihazlarımızda bulunan tek seferlik ışınlanma enerjisini kullanıp Parax-351' in önüne ışınlandık. Bu biraz mide bulandırıcı oluyor ama kesinlikle süper bir şey. Parax' a binmeden önce Doris' i hatırladığını, nasıl oldu da onu unutmuş olduğundan yakınıyordu. Doris' i hatırlıyor ancak iyi mi yoksa kötü mü olduğunu hatırlayamıyordu. Tam Parax' a binip uzaklaşmak üzereyken Kairos'un görkemli sarayından yüksek gürültüler gelmeye, yeryüzü hafiften sarsılmaya başlamıştı. Başımıza bir şey gelmeden hemen atladık Parax-351'e.    

    Parax'la eve geldiğimizde Profesör aceleci kimliğinden asla ödün vermiyordu. Çabukça kutu gibi bir şey getirmiş ve benim yanımda durmuştu. Soluk soluğa kalmış ifadesi yerini hüzünlü bir tebessüme bıraktı. 

    - "Jason Moore ha! Güzel bir serüvendi evlat. Yardımların için teşekkür ederiz. Eve gittiğinde her şey kaldığı yerden devam edecek. Gezideyken rahatsızlanıp eve geldin, odanda dinleniyor olacaksın. Kainat büyük, belki bir gün tekrar görüşürüz. " dedikten sonra Nasoe konuşmaya başladı. 

    -" Jason, her şey için teşekkürler. Seni hiç ilgilendirmeyen bu meseleye en az bizim kadar önem gösterdin. Çok iyi bir arkadaş oldun. Büyükbabamdan başka hiç aileden biri yok demiştim ya artık var, sen varsın. Elimden geldiğince iletişim kurmaya çalışacağım. Söz." demiş ve birbirimize sarılarak birazcık ağlamıştık. Buraları anlatınca yine ağlayasım geldi, canım arkadaşım benim şimdiden çok özledim. 

    Profesör Felb " Sana harika olduğunu düşündüğüm bir sürprizim var Jason." deyince meraklı gözler ile ona bakmıştım. Neşe ile gülümseyip kulağıma " Normalde buradan giderlerken insanların hafızalarını sileriz. Bu bizim için bir tehlike oluşturabilir. Ama sana güvenim tam evlat. Sana burada geçen anılarını saklama özgürlüğü hediye ediyorum." diye fısıldadı. Kocaman bir gülümseme ile ona sıkıca sarıldım. Arkadan gözü yaşlı Nathalie de geldi. Onunla da hızlıca vedalaştım. Arkama dönüp son kez Pembe Göl'e de baktım. Buradaki tek renkli şey olan Pembe Göl'e. Gölden gözlerimi alıp Profesör' e sorarcasına son bir defa daha baktım. Ancak Profesör her zamanki gibi sessizliğini korumuş yalnızca muzipçe bir sırıtış göndermişti bana. 

    Kapsüle girdikten sonra ne oldu tam bilmiyorum. Gözlerimi açtığımda yatağımda yatıyordum. Ortada kapsül falan da yoktu. Bu yaşadıklarımın bir rüyadan ibaret olma düşüncesi beni çok korkutmuştu. Hemen çantamı alıp günlüğümü buldum. Sayfaları kontrol ettim. Oradayken yazdığım her şey duruyordu. Rahatlamış bir şekilde nefes verdim. Sonra da bugün olanları yazmaya başladım. İşte buradayız. 

    Acaba şimdi ne yapıyorlar? Doris Kairos' u yenmiş midir? Her şey yoluna girmiş midir? Pembe Göl'ün sırrını da söylemedin ya Profesör aşk olsun gerçekten. Umarım Nasoe iletişim kurmanın bir yolunu bulur. Eğer Paraxonos' tan bir bilgi gelirse hemen yazarım. Ama şimdilik maceramın sonuna gelmiş gibi gözüküyoruz.

                                                                               


    Herkese selam! Nasılsınız, n'apıyorsunuz? Ben çok da iyi değilim aslında şu Manavgat'taki ve diğer yerlerdeki yangınlar çok üzdü bizi de. 2 gündür yangın hala sönmüyor. Yazık günah o kadar insana, emeklerine, sağlıklarına. Herkese, özellikle de yangınla uğraşanlara Allah sabır ve kolaylıklar versin diyorum. 

    Kelime Oyunu etkinliğimizin 35.haftasındayız. Bir yandan bu yangınlar olurken hikaye falan yazmak istemedim ama bir yandan da kafam dağılır diye düşündüm. Haftanın kelimelerini Kağıttan Dünyam bloğundan sevgili İlkay verdi. Kelimeler; heves, deniz, gülümseme, çocuk, kurabiye. Onun yazısına da buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.                                                 

    Bu bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz, sizce Pembe Göl neyin nesi? Doris hakkında ne düşünüyorsunuz, iyi biri mi kötü biri mi sizce? Final bölümünde neler görmek istersiniz ya da sizce neler olacak finalde? Bir fikriniz var mı final hakkında? Ve daha fazlası için yorumlara beklerim:)

    (Eğer daha önceki bölümleri okumadıysanız; 

1.bölüm için buraya

2.bölüm için buraya

3.bölüm için buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.)

    Bir sonraki yayında görüşmek üzere. Hoşça kalın!

8 comments

  1. Bu bölümde de ilginç şeyler oldu. Uzay macerası keyifli devam etti. Karakter sonunda döndü, hafızasının silinmemesi iyi oldu. Pembe göl hakkında ise fikrim yok. Kalemine sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim, keyif almana sevindim:)

      Sil
  2. Gösterdiğin ince davranıştan dolayı çok teşekkür ederim. Tabii seride senin de emeklerin çok büyük:) Güzel yorumun için teşekkür ediyorum:)

    YanıtlaSil
  3. Hayal gücüne hayran kaldım doğrusu. Karakterler ve diyaloglar çok güzeldi. Daha çok bu tarz hikayelerini okumayı çok isterim. Sen hep yaz! :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu yorum şu an beni çok mutlu etti, çok teşekkür ederim :) Beğenmene sevindim. Vakit buldukça yazmaya çalışıyorum bir şeyler, umarım kendimi daha da geliştiririm bu konuda.^^

      Sil
  4. çok iyiydi bu bölüm de, bu parax ve dorisi hiç beklemiyordum. eve dönmesi ve günlük ve hatıralarının kalması da hoş bir sürpriz oldu. bu öykü devam etsin tabii yaa, pembe göl, doris, neler olcağını tahmin edemiyorum tabisi de :)devam etsiin :) haftaya kelimeler eylül su dan :) yangınlar durmuyor ya çok üzücü evet özellikle hayvanların ölmesi.

    YanıtlaSil
  5. Bir yandan devam etsin ama bir yandan da başka şeyler yazmak istiyorum sanırım. Bu yarım kalınca da içim elvermiyor başka bir şey yazmak. Bakalım nolcak. Begenmene sevindim, teşekkür ederiim^^

    YanıtlaSil

Senin düşüncelerin de benim için önemli. Onları benimle paylaşmaya ne dersin :)

Sude

Popüler Yayınlar

Ağaç Ev Sohbetleri #230 "Geleneksel Kültürü Korumak Önemli Midir?"

      Herkese selam! Nasılsınız, n'apıyorsunuz? Umarım günleriniz verimli geçiyordur, hayatınızdan memnun olduğunuz zamanlar geçirebiliyorsunuzdur.     Sevgili DeepTone tarafından düzenlenen Ağaç Ev Sohbetleri'nde bu haftanın konusu;       "Geleneksel kültürü korumak önemli midir?"      Ben geleneksel kültürü korumanın önemli olduğunu düşünüyorum. Bu dediğim elbette ki hep eskide kalmak  demek değil. Dünyayı, gündemi, yenilikleri takip edeceğiz ancak tamamen Batılılaşma, modernleşme adı altında da kendi özümüzü terk etmeyeceğiz demek istiyorum.      Geçenlerde okuduğum bir kitaptan örnek vermek istiyorum. Kitabın yazımı çok iyiydi ancak sanki çeviri kitap okuyormuş gibi hissettim. Şimdi bu kötü bir şey mi yoksa bir başarı mı? Evet, bence bu bir başarı. Ama şahsi düşüncem olarak ben yerli bir kitap okuyorsam bunu hissetmek isterim. Kitabı okurken sanki Amerika'nın bu üniversite temalı filmlerinden izliyormuşum gibi hissettim. Dediğim gibi bu bir başarıdır. Ancak g

BCP- Ocak| Scrubs Dizi Yorumu

        Selam! Nasılsınız, nasıl gidiyor hayat?     Geçen sene yoğunluktan dolayı BCP'ye katılmamayı tercih etmiştim. Tabii ki hayatım hala yoğun bir şekilde geçiyor ancak bu sene yoğunluklarımın hobilerimin önüne geçmesine izin vermek istemiyorum.(Ne kadar çok "yoğun" dedim de mi?) Yeni yıl kararı:)     Blogları Canlandırma Projesi kapsamında her ay bir tema belirleniyor ve temaya uygun kitap, dizi ya da film izleyip yorumluyoruz.      Ocak ayının teması; komedi, mizah ve müzik idi. Ben bu ay izlediğim bir diziden bahsetmek istiyorum. Bir komedi dizisi olarak karşımıza çıkıyor. Yer yer müzik temasını da kaplıyor.     SCRUBS Tür: Komedi Proje Tasarımcısı: Bill Lawrence Başrol Oyuncuları: Zach Braff, Sarah Chalke, Donald Faison, Judy Reyes, John C. McGinley, Ken Jenkins, Neil Flynn. Ülke: ABD Bölüm Sayısı: 182 Gösterim Süresi: 21 dakika Yayın Tarihi: 2 Ekim 2001- 17 Mart 2010    J.D ve Turk çocuk arkadaşlarıdır. Tüm okullara beraber giderler. Tıp fakültesine bile. Ok

BCP-Mayıs| Ejderhanın Kızı Kitap Yorumu

      Selam. Umarım iyisinizdir. Biraz gecikmiş bir yayınla geldim bugün. En azından gelebildim.      Mayıs ayı temalarımız; dram, tarihi, gotik ve İrlanda idi.      Ben tarihi bir kurgu olan Ejderhanın Kızı kitabını seçtim.      Ana karakterimiz III. Vlad. Nam-ı diğer Kazıklı Voyvoda veya Vlad Dracul. Kendisi çocukluğunu Fatih Sultan Mehmet Hazretleriyle beraber geçiren, onunla eğitim alan, büyüyen bir kişi. Aslında Eflak Voyvodası'nın da oğlu. Ancak Eflak ve Osmanlı arasında yapılan bir anlaşmadan dolayı Vlad ve kardeşi Radu Osmanlı'ya esir veriliyor. II. Murat onları da kendi oğlundan ayırmıyor ve II. Mehmet'le beraber eğitim alıyorlar. Çok iyi arkadaş oluyorlar hatta öyle ki Vlad ve Şehzade Mehmet kan kardeşi oluyorlar.       II. Mehmet tahta geçtikten sonra çok güvendiği arkadaşı III. Vlad'ı Eflak Voyvodası ilan ediyor. Vlad da gerçekten orayı güzel idare ediyor, Osmanlı ile ilişkileri iyi oluyor. Ancak bir süre sonra Vlad'ın ihanet haberi İstanbul'a ulaşıy