Öne Çıkan Yayın
Tekrardan merhaba. Dün olduğu gibi bugün de başıma gelen şeyleri anlatmaya devam edeceğim.
Sabah çığlıklarla kalktığımda -daha doğrusu direk uyandığımda çünkü sabah olup olmadığından emin değilim- ultra kötü bir kabustan uyanmıştım. Rüyamın içeriğini tam olarak hatırlamasam da hatırladığım kadarını anlatayım. Etrafımın ağaçlar tarafından sarıldığı kocaman bir ormanın ortasında yapayalnızdım. Sonra birkaç bir şey daha oluyor tabii ama hatırlamıyorum ne yazık ki. Arada geçen -hatırlamadığım- olaylardan sonra birden bulutlardan yağmur yağıyor. Ağaçlar kayboluyor. Kurtulduğumu zannediyorum ama yağan yağmurun asit yağmuru olduğunu eriyen bedenimi gördükten sonra anlıyorum. Sonra çığlık atarak uyandım zaten. Böyle bir rüyayı neye dayanarak gördüm bilmiyorum ama burada her şey yeterince korkunç, bir de böyle şeylere hiç gerek yoktu.
Çığlığımı duymuş olmalı ki Nasoe hızlıca kaldığım odaya giriş yaptı. Oda da çok değil ama ilk geldiğim zamankine göre biraz daha aydınlanmıştı. Nasoe' yu gördüğümde biraz ürkmüştüm ancak sonradan kötü bir şey için değil benim için endişelendiğinden geldiğini anlayabilmiştim. Tabii uzaylı suratı mimiği okumakta ne kadar iyiyim emin değilim. Sonradan öğrendiğime göre de uyandığım zaman sabahtan biraz önceymiş. Onlar sabah demiyorlar bu vakte ama bize göre sabah oluyor sanırım. Daha tam olarak onların zaman kavramlarına alışamadım. Umarım bu benim için büyük bir sorun teşkil etmez.
Nasoe' yla ne oldu, ne bitti konuşması yaptıktan sonra Profesörün aceleci sesi duyuldu eskimiş barakanın koridorundan.
- Haydi çene çalmayı bırakın da sabah yemeğine gelin. Bugün yapacağımız çok iş var, bir an önce başlamamız lazım!
Profesörün bizi çağırmasıyla sabah yemeğinin yenileceği tarafa geçtik. Orada dün görmediğim birisini gördüm. Sanki hem insan hem de uzaylıymış gibiydi. Uzun, ince bir yapıya sahipti. Gri bir ten rengine sahip bedeninin boyun kısmında kesikler vardı. Saçını yukarıdan at kuyruğu şeklinde toplamış ve mavi gözleri vardı. Yüzüne takındığı ışıl ışıl gülümsemesi sebebi ile burada gördüğüm en canlı şey oydu. Şaşkınlığımı fark etmiş olacak ki bana kendisini tanıtmaya başladı.
- Merhaba Jason, ben Nathalie. Şaşkınlığını anlayabiliyorum onlardan biraz farklı görünüyorum değil mi?
Minik bir baş sallaması ile yetindim, o da konuşmasına devam etti. Aynı anda da yemek masasına oturmuştuk bile.
- "Ben de senin gibiydim aslında; bir insandım." Sesi sanki biraz hüzünlü çıkıyordu. Yoksa onu zorla burada tutup, DNA'sını mı değiştirmişlerdi?! Ya aynısını bana da yaparlarsa? "Buraya geldiğimde ben de en az senin korktuğun kadar korkmuş, endişelenmiştim. Ki bence sen benden daha iyi iş çıkarıyorsun. Ben sürekli bağırıp çağırıyordum sanki kendimi öyle koruyabilecekmişim gibi. Yalnız kaldığımda da ağlardım sürekli." Minik bir tebessüm belirdi ince dudaklarında. Sonra devam etti. Bir yandan da bir şeyler yemem için önümdeki yiyecekleri gösteriyordu. Benim onların yediği şeylerden yemeyeceğimi düşünmüş olmalılar ki bu önümde duran dünyaya ait yiyecekleri benimle beraber dünyadan getirmiş olmalıydılar. İnce bir davranış olduğunu kabul ediyorum ama yine de güvenmem için yeterli olduğunu sanmıyorum.
"Sonradan anladım ki buradakiler kötü canlılar değillermiş. Burayı o kadar sevdim, o kadar alıştım ki burada kalmaya karar verdim. Ancak sürekli burada kalmak için bu insan bedeni yetersiz geldi. Onların bazı hücrelerine ihtiyacım vardı. Gerekli işlemleri yaptıktan sonra burada kalabilirdim. Ama en zor aşamanın Lord Kairos' u ikna etmek olduğunu unutmuştuk. Lordumuz insanlardan pek haz etmezdi. Hâlâ da etmez. Şansıma Lordumuz beni çok severdi. Burada kalmama müsaade etti. Lordumuz çok yaşasın!"
Zaman ilerledikçe bir şeyleri öğrenmeye başladığımı düşünüyordum ama bir yandan da sürekli bilmediğim bir şeyler çıkıyordu. Nathalie Lorttan bahsettiğinde Profesörün gergin suratı daha da gerilmiş, Nasoe da Profesöre kaçamak bakışlar atmaya başlamıştı. Sanki onu kontrol ediyor gibiydi. Sonra ben biraz çekinerek bir soru sordum.
- Neden burada yaşamak istemiştin ki?
Çok kısa bir anlığına yüz ifadesi soldu. Hemen eski enerjik yapısına geri döndü ve sorumu yanıtladı.
- Dünyada işler pek benim istediğim gibi gitmiyordu. Mutsuzdum yani. Ailemle, arkadaşlarımla sorunlarım vardı. Burası benim dünyada sahip olduğum yaşamdan çok daha güzel. O yüzden burayı tercih ettim.
- "Peki ailen? Onlar seni özlemezler mi?" Yüzüne tekrardan bir hüzün çöktü.
- Özleyecekleri vardıysa da artık özleyemezler zaten.
Nedenini sorarcasına yüzüne baktığımı anladığında cevap vermekte gecikmedi.
- Burada tamamen kalmak istiyorsam dünyadaki tüm hayatımdan vazgeçmek zorundaydım. Geçmişimden de geleceğimden de. Kısacası onlar beni hatırlamıyorlar artık. Onlar için Nathalie diye bir kızları hiç var olmadı. Çekilen o resimlerde hiçbir zaman olmadım.
- Iı anladım. Özür dilerim biraz fazla özele girdim sanırım.
Nasıl bu kadar çabuk duygudan duyguya atlayabiliyordu bilmiyorum ama yine şen şakrak mutluluk saçan enerjik haline büründü ve,
- Hiç önemli değil. Ben atlattım bunları dostum, mutluyum burada!
dedikten sonra Profesör huysuzca homurdandı.
- Artık gitmemiz gerekiyor. Sohbetinize işimiz bitince devam edersiniz. Hadi acele edin. Nasoe çabuk Parax'ı hazırla. Acilen yola çıkmamız lazım.
Parax dedikleri gibi Paraxanos- 351' in küçültülmüş haliydi. Yine zihin kontrolü ile çalışıyordu. Ancak büyük versiyonundaki gibi çok odalı değil yalnızca iki bölmeden oluşuyordu.
Yolculuk sırasında acayip bir şey olmadı. Fazlasıyla sessiz ve durağan geçmişti. Tek merak ettiğim şey nereye gittiğimiz ve orada ne yapacağımızdı. Nathalie'nin dediklerinden sonra korkum biraz yatışmıştı. Kötü canlılar olsalardı burada kalmayı tercih etmezdi herhalde değil mi?
Sessiz yolculuğumuz çok da uzun sürmedi. Araçtan indiğimizde sanki hiçbir yere gelmiştik. Etrafta yine hiçbir şey yoktu ve o iğrenç koku devam ediyordu. Alışmıştım aslında ama Parax'ın içinde bu koku olmadığı için tekrar karşılaştığımda yeniden garibime gitti. Merakımı gizleyemeyerek sordum:
- Profesör Felb? Havadaki bu çürümüş sarımsak kokusuna benzeyen kokunun nedeni nedir acaba?
Hiç beklemediğim bir şekilde gülümseyerek yanıt verdi.
- Size göre tuhaf bir koku tabii. Bizim içinse pek bir şey ifade etmiyor. Tıpkı oksijenin kokusunun seni rahatsız etmemesi gibi. Ya da azotun. Bu kokunun nedeni gezegenimizin arsenikten oluşuyor olması. Arsenik size göre sarımsak dediğiniz o bitki ile aynı kokuyor. Şaşırdım doğrusu. Bunu bilebileceğini düşünüyordum.
Minik bir kafa sallaması ile yetindim. Profesörün dedikleri doğruydu. Bu aslında bilebileceğim bir şeydi ancak kafam burası hakkında o kadar karışıktı ve kendimi fantastik şeyler düşünmekten alamıyordum ki mantıklı nedenler düşünemiyordum.
Ben kendi içimde bunları düşünürken Nasoe ve Profesör ilerlemeye başlamış, ben de onları takibe koyulmuştum. Bu boş arazide nereye gittiğimizi bilmeden yürüyordum. Sonra aniden durduk. Nasoe ayağını birkaç defa yere vurdu, ardından elini yere koydu -ben el olarak tanımlıyorum- başını eğdi ve yer hepimizin sığabileceği şekilde yarıldı. Önden Profesör Felb yarıktan aşağıya kendini bıraktı. Nasoe yanıma geldi ve bana nasıl atlamam gerektiğini söyledi. Yapmam gereken pek bir şey yokmuş aslında, yalnızca kendimi bırakacakmışım, yavaş bir şekilde hiç canım yanmadan olduğum yerde olacakmışım zaten. Nasıl olduğunu da söylemişti ama o anın heyecanından ne dediğini tam dinleyemedim sanırım, ne dediğini pek hatırlamıyorum.
Ayaklarım tekrardan yerle buluştuğunda yine siyah ve gri tonlarının hâkim olduğu bir yerdeydik. Fazlaca teknolojik gözüken bu cihazlarla kaplı odanın bir laboratuvar olduğunu anlamak çok da zor değildi.
Profesör aceleyle beni yanına çağırdı.
- Gel bakalım hemen! Çok işimiz var çok! Hemen başlamamız lazım, yetişmezse ne yaparız?!
Neyin yetişmesi gerektiğini merak ediyordum ancak sorarsam Profesör bu gergin haliyle bana güzel bir karşılık vermeyeceğinden bu merakımı geride bırakmaya çalıştım.
Beni koltuk gibi bir şeye oturttu ve çeşitli cihazlarla hiç anlamadığım şeyler yaptı bedenimde. Kanımdan bir şeyler ayrıştırıp tekrar geri kalan kısmını bana iade etti. Daha fazla sabredemeyerek sordum.
- Profesör, acaba şu an ne yaptığımızı bana da söyler misiniz? Biliyorum, sürekli soru sorarak sizi bunalttığımı düşünüyorsunuz ancak ne yapıyorsanız benim bedenimden yararlanarak yapıyorsunuz. Bunu bilmeye hakkım olduğunu düşünüyorum Profesör.
Sessizce nefes verdi. Biraz durdu, düşündü sanırım. Ardından derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı.
- Kısaca anlatacağım fakat bir daha soru sormak yok!
Hızlıca kafamı salladım. Konuşmaya devam etti.
- Kairos, gezegenimizi yöneten lordumuz ölmek üzere. Ölmemesi için ona bir bileşim hazırlamamız lazım.
- İksir gibi mi yani?
-Evet, evet iksir gibi. Bu göreve de bizi uygun gördü. İhtiyacı olan formülü de insan bedenlerinden temin etmemizi istedi. Kâinatta hiçbir yerde bulunmayıp yalnızca sizin bedenlerinizde bulunan bir madde var. Buna ihtiyacımız var. Uzun zamanlar boyu sizlerden bunu temin ettik. Fakat sonradan fark ettik ki çocuklarda bu madde çok daha yoğun olarak bulunmakta. Ayrıca bu maddeyi aldıktan sonra çocukların vücutlarında hücre bölünmesi daha fazla olduğundan tekraren aynı maddeyi üretebiliyorlar. Bu sayede artık insan ırkına zarar vermemiş oluyoruz. Bunların yanı sıra lordun benden istediği panzehri yaparken aynı zamanda da zehrini de üretiyorum. Kairos halkımıza iyi gibi gözükmüş olsa da aslında çokça zalim biridir. Bu yüzden sanki ona yardımcı oluyormuş gibi gözükerek ondan kurtulmaya çalışıyorum.
- Ama Nathalie lordu çok seviyor. Onun burada kalmasına da izin vermiş.
- Nath biraz saf bir kızdır. Herkesin gösterdiği yüze aldanıverir. Oğlum ve gelinim Kairos' a hizmet ederlerken canlarından oldular. Onların bedenlerini bulamadık bile. Nasoe ailesini kaybetmenin üzüntüsünü uzun zamanlar atlatamadı. Bedenlerini ararken o da bir kolundan oldu. Şimdi birbirimiz için yalnızca biz varız. Ailemin intikamını almam lazım.
- Başınıza gelenler için çok üzüldüm Profesör. Size bir yardımımın dokunmasından onur duyarım. Merak ettiğim bir yer daha var izin verirseniz. Tam olarak neye yetişmemiz gerekiyor? Ve bir de sizin icadınız olan pembe göl neden baharın geldiğini haber vermek için var, baharda ne oluyor ki?
Şansımı fazla zorladığımı biliyordum. Ancak yine de bir denemek istemiştim. Profesör bazen hiç beklemediğim bir şekilde çok iyi davranabiliyordu. Fakat bu sefer istediğim gibi olmadı. Profesör bir daha soru sormamı yasakladığını söyledi. Ve bu anlattıklarından kimseye bahsetmemeliymişim.
Laboratuvarda biraz daha durduktan sonra tekrar barakaya benzeyen yapıya geldik. Nathalie bize yememiz için bir şeyler hazırlamıştı yine. Onları yedikten sonra kaldığım odaya geçtim. İşte bugün de böyle nihayet buldu.
Profesör pembe göl ile ilgili sorduğum soruları asla yanıtlamıyor. Bu benim merakımı daha da körüklüyor. Profesör Felb umarım bana bir gün söyler diye umut etmekten başka çarem yok maalesef.
Selaam! Nasılsınız, n'apıyorsunuz? Birkaç haftadır Kelime Oyunu' na katılamamıştım. Boş bir anımı bulup katılma fırsatı yakaladığım için çok mutluyum. Bu haftanın kelimelerini deeptone verdi. Kelimeler; iksir, yağmur, orman, bulut, çığlık. Kendisinin yazısına da buradan ulaşabilirsiniz.
Ayçiçeği Gökadasının 1.bölümünü okumadıysanız buraya tıklayarak 1.bölüme gidebilirsiniz. Umarım yazımı beğenmişsinizdir. Her türlü düşüncelerinizi, fikirlerinizi bekliyorum. Sizce bundan sonra ne olacak ya da aklınıza takılan bir yer falan var mı?
En kısa zamanda görüşmek dileğiyle. Hoşçakalın!
15 comments
😍😍😍🧡🧡 bişi diyimmi çok güzel olmuşşşş
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim! Beğenmeniz beni çok mutlu etti:)
SilCook guzel
SilTeşekkür ediyorum, beğenmenize sevindim :)
Silbu bölüm de nefis yaaa, ilk baştaki rüya ilginçti, eğer hepsi rüya ise bu da rüya içinde rüya oldu :) nathalie çok şeker yaaa, diğer kahramanlar da ama lor kötüymüş bakalım yapcak mı bir kötülük kahramanımıza :) insan kanından iksir de güzel buluş, çocuk kanı evet mantıklı de mi, yani şimdi prof yaşatır gibi yapıp öldürecek yani, güzeeel :) pembe göl neymiş görcez :) belki o da evine dönmek istemez burayı daha çok sever hihihi :) devamında nolcak bakalım :)
YanıtlaSilİnception gibi, yoksa değil mi? Nathalie benim de çok sevdiğim bir karakter yavrum tam bir safoz, bakalım belki de evine dönme fırsatı bile olmaz, nereden bilebiliriz ki ;) Beğenmene çok sevindim, teşekkür ederim yorumun için :)
Silİlk bölüm gibi buda çok iyi olmuş ellerine sağlık
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, yorumunuz beni çok mutlu etti, beğenmenize sevindim :)
SilÇooook güzel olmuş. Bu gibi olaylar hep etkiler zaten beni;) ellerinize emeğinize ve hayal gücünüze sağlık...❤🌸👍🏻
YanıtlaSilÇoook teşekkür ederiim :) Bu tür olaylar benim de çok hoşuma gider.
SilGüzel ilerliyor. Lordu merak ettim. Hikayede ilginç ve güzel detaylar var. Biraz daha betimleme olabilirdi. Devamını merak ediyorum. :)
YanıtlaSilÖncelikle hoşuna gitmesine sevindim. Yorumunda çok haklısın gerçekten, betimleme yapmakta kendimi geliştirmem gerektiğini düşünüyorum. Çok teşekkür ederim önerin için:)
SilÇok hoş diyaloglar ve pembe göl çok iyiydi :)
YanıtlaSilDün merakla okudum yorum yaptım sandım onaylanmamıştır derken demek ki yapmadım an itibariyle hâlâ yayınlanmadı =)
Sonunda tekrar yazmaya karar verdim. Hikayeni merakla bekliyorum hayal dünyanı merak ediyorum neler başaracak kolay gelsin ilginç gelişmelere gebe gibi..
Gördüğüm tüm "uygun" yorumları yayınlıyorum. Herhalde gönderilmedi, bu yorumdan başka yorumunuz gözükmüyordu. Tekrardan yorum yazmak gibi bir incelik gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim. Güzel yorumunuz için de ayrıca teşekkür ederim, çok mutlu oldum :)
SilSöyleyim de bir daha sormasın bu çocuk demiştir belki de. Profesörün de sağı solu belli olmuyor :) Yorumun için teşekkür ederim:)
YanıtlaSil