Öne Çıkan Yayın

Evin İçine Yağan Kar

      Herkese selam! Nasılsınız, n'apıyorsunuuz? Günleriniz nasıl geçiyor, nelerle meşgulsünüz? Tatil planınız var mı ya da memlekete mi gittiniz? N'aptınız n'ettiniz gelin biraz sohbet edelim.      Bana soracak olursanız çok şükür ben de iyiyim. Yuvarlanıp gidiyoruz işte:) Evde olmaktan son derece memnunum. Umarım şehir dışına çıkmak gibi bir şey yapmayız. Şu an öyle bir düşüncemiz var gibi durmuyor ancak pek belli de olmuyor bazen bir anda baş gösteriveriyor.      Dün akşam odamda kendi kendime takılıyordum. Blogda bazı değişiklikler yapmak istiyordum onunla alakalı bir şeylere baktım, denedim derken istediğim resmi yapay zekaya da yaptırabileceğimi fark ettim ve küçük bir paragrafla komut verdim. Hatırladığım kadarıyla şöyle yazmıştım: " Sallanan sandalyesinde çayını içerken diğer eliyle gözlüğünü düzelten kız kitap okuyor." tarzında bir cümleydi. Ve işte çıkan ilk tasarımlar...     Çok istediğim sonucu alamamıştım açıkçası. Çok soluk gelmişti. Kız derken bir k

Kelime Oyunu 25/ Ayçiçeği Gökadası



 28.04.2093
   Salı     

    Merhaba. Ben Jason Moore. Bir ortaokul öğrencisiyim. Şu an okuduğunuz ve okuyacağınız yazı da benim günlük yazılarım. Yazımın çirkinliğinden ötürü üzgünüm. Karanlıkta yazmaya çalışıyorum. Karanlıktan çok korkuyorum, sakinleşmek için de bugün olanları yazmanın iyi olabileceğini düşündüm. 

    Her zaman olduğu gibi muzlu sütümü içtim ve evden çıkıp servisimi beklemeye başladım. Servisim geldi, bindim, okula gelince indim. Her şey gayet normaldi. 3.dersin sonunda okul bahçesinde toplandık; okul gezisi için. Bir bilim merkezini ziyarete gidecektik. Bu günü tam 2 haftadır bekliyordum. Bilimsel şeyler hep ilgi alanımda olmuştur. Tabii gerçeküstü şeyler de çok ilgimi çeker. Fantastik kitaplar okumak, filmler izlemek... Annem aklımı böyle şeylerle karıştırmamam gerektiğini söylüyor ama neden gerçek olmasınlar ki?! 

    Servisimiz geldiğinde hemen arkayı kaptım; arkadaşlarım için. Merkeze gidene kadar bizimkilerle sohbet ettik; önceki gezi anılarımız hakkında konuştuk, güldük, eğlendik. 

    Bilim merkezinin önüne geldiğimizde heyecandan ellerimin içleri terlemeye başladı. Arkaya oturmak güzel ama en son inmek benim gibi sabırsız biri için hiç de iyi değil. 

    Burada gördüklerim Fen Bilimleri proje ödevim için fazlaca ilham vermişti bana. Gördüğüm her şeyi telefonuma çekip, not ettim. 

    Gezilerdeki en güzel şeylerden biri de gezi sırasında dağıtılan atıştırmalık ve içeceklerdir kuşkusuz. Ancak bunun kötü bir tarafı da var maalesef. Hem de çok kötü. Hatta öyle kötü ki muhtemelen bir daha asla gezi sırasında bir şeyler yemeyeceğim. Yesem bile içmeyeceğim çok eminim. Ama bunun için öncelikle bir daha gezilere katılma fırsatı bulmam gerekiyor tabii. Ah ne olduğunu söylemeyi unuttum. Lavaboya gitmem gerekmişti. Evet gezi sırasında lavaboya giderseniz bazı harika şeyleri görmeyi kaçırabilirsiniz fakat daha kötüsü de var inanın.

     En son ellerimi yıkadığımı hatırlıyorum. Başka bir şey yok. Sonra birden sanki bir kabustan uyanırcasına uyandım. Uyuduğumu hatırlamıyorum ama bunu daha sonra düşünmeye karar verip etrafı incelemeye başladım. Hiçbir şeyi unutmak istemiyorum o yüzden aklıma gelen her şeyi size de anlatacağım. 

    Gözlerimi açtığımda bulunduğum yer loş bir ışıkla aydınlanıyordu. Ortada hiçbir şey yoktu. Bomboştu odanın içi. Gri ve siyah tonlardaydı duvarlar. İleri de bir pencere gördüm. Yavaşça kalkıp dikkatli adımlarla pencereye yaklaşmaya başladım. Aynı zamanda da arkamı kontrol ediyordum birileri geliyor mu diye, psikolojikmendi sanırım. Pencerenin önüne vardığımda bir an nefesimin kesildiğini hissetmiştim. Bu çok büyüleyici bir manzaraydı. Bir dakika bunu daha önce bir yerlerde görmüştüm, fazlasıyla tanıdıktı bu. Yoksa bu gördüğüm şey Ayçiçeği Gökadası mıydı? Hadi canım! En son galaksilerle ilgili bir araştırma yapıyordum da oradan biliyorum. Tabii emin değilim, birçoğu birbirine bayağı benziyor. Ama bu güzelliği nasıl karıştırabilirsin ki?! Hayatımda gördüğüm en güzel rüya %100 şu an gördüğüm. Kesinlikle rüya defterimin baş tacı olacaktı bu rüya. Ama yazının başında size bu okuduklarınızın günlüğüme ait satırlar olduğunu söylemiştim, rüya defterimin değil. 

    Bir an önce etrafı keşfe çıkmalıydım. Rüya bile olsa tadını çıkarmam gerektiğini düşünüyordum. Yalnız kapıya benzer hiçbir şey yoktu etrafta. Duvarlara dokunmaya başladım. Bir süre sonra dokunduğum yerlerin birinde şeffaf bir panel belirdi. Şu zamana kadar okuduğum, izlediğim fantastik, bilimkurgu şeylerin rüyamda işe yarayabileceğini kim bilebilirdi ki? Panelin üzerinde düğmelere benzeyen birkaç sembol de vardı. Eğer tahmin ettiğim gibi bu bir kapıysa bu düğmelerden birinin kapıyı açması gerekiyordu ama hangisinin?

    Bildiğim kadarıyla kapı bölmelerinde çok da riskli düğmeler olmaz. Ve genelde yeşil düğmeler iyidir. Ancak kötü haber burada hiç yeşil düğmenin olmamasıydı. Her şey ya siyah ya da gri! Sadece şekilleri farklıydı. Bilimkurgu bilgilerim burada tükenmişti işte. Neredeydi okuduğum rengarenk karışık tuşlar. Yalnızca karışık tuşlar vardı burada. Ama ne olursa olsun denemeliydim. Elimi ortadaki yuvarlak tuşta tam daire yaparak sola doğru çevirdim. İçlerinden en mantıklısı bu gibi gelmişti. Şansıma tutmuştu salladığım fikir. 

    Kapıdan yavaşça geçtim. Bir andan da aklımda türlü senaryolar belirmeye başlamıştı: ya kapıda göremediğim lazer ışınları varsa, izinsiz çıktığım için zehirlenirsem, yerin altından bir çukur açılırsa da aşağı düşersem gibi. Neyse ki bir şey olmamıştı. Etrafı kontrol edip koridorun sağından yürümeye başladım. Önüme büyük bir kapı çıktı. Bu seferki şeffaf hologram şeklinde değildi. Kocaman, genişçe bir yarım daire şeklinde ve metaldendi. Kapının sağ tarafında kontrol paneli olduğunu düşündüğüm bir kısım vardı. Ortadaki büyük tuşa basmak mantıklı gelmişti o yüzden ona bastım. İşin daha kolay kısmındaydım. Kapı açıldı. 

    Karşımda her yerde konsollar, paneller bulmayı beklediğim bir odada hiçbir şey yoktu. Yine bomboş koskocaman bir oda vardı. İçerisinde de 2 tane bir şey vardı. Yani şey demek biraz kaba olabilirdi ama insan diyemezdim bu varlıklara. Sanırım uzaylılar. Birisi cama yakın duruyor ve hiç kıpırdamıyordu. Diğeri de şaşkınca bana döndü ve " Kalkmışsın." dedi. Benden biraz uzun, gri tenli ve 3 kolu vardı. Yanaklarında kabartmalı gibi duran bir çizgi, kafasında ise saç değil 3 tane orta boyda boynuz vardı. Dişleri de çok sivriydi. Saçları ve kaşları olmadığından biraz tuhaf gelmişti ama onu tuhaf kılan tek özelliği saçlarının olmaması değildi elbette. 

   " Hala cevap veremeyecek kadar şoktasın sanırım."

    "Aslına bakarsan o evreyi çabuk atlattığımı düşünüyorum. Ama şaşırdım doğrusu. Sürekli böyle şeyler hayal ettiğim için bu tarz bir rüya görmek her ne kadar normal olsa da bir hayli etkileyici."

    "Anlıyorum." dedi ve gülümsedi sanırım anlamak biraz zor. "Bence sen hala şoktasın, çünkü inan bana şu an bir rüyada değilsin."  Rüyada değil miydim. Yani bunların hepsi gerçek olmuş oluyordu o zaman. Ama nasıl?!  Bir de şöyle bir şey vardı; ya rüyamda gördüğüm bir şey bana şu an rüyada değilsin diyorsa? Olabilirdi yani.

    "Peki bunu bana nasıl kanıtlayacaksın?" diye sordum. 

    "Kanıtlayamayacağım sanırım ama zaman geçtikçe sen anlarsın zaten rüya olmadığını."

    "Bir sorum olacak. Sizin dilinizi nasıl anlıyorum? Ve sen de benimkini?" 

    "Paraxanos- 351' in çevirme matriksi sayesinde. Dikkatlice bakarsan söylediklerimle ağzımın orantılı olmadığını görebilirsin. Ayrıca sana verdiğimiz serumlar yardımıyla da solunumunda bir sıkıntı olmuyor. Ne bu uzay gemisinde ne de bizim gezegenimizde oksijen bulunmaz." 

     "Para- ne?" 

    "Paraxanos. Bizim gezegenimizin adı. 351 ise bulunduğumuz bölgeyi ifade eder. İşte bu içerisinde bulunduğun şey bizim otomobilimiz yani."

    "Her yere bunlarla mı ulaşım sağlıyorsunuz?" Sürekli bir ulaşım aracı için fazla büyük gelmişti gözüme. 

    "Tam olarak öyle denilemez aslında. Bunu daha uzak yolculuklar için kullanıyoruz. Dünya gibi. Aramızda resmen galaksiler var dostum. Bir de bunların daha küçük versiyonları var. Onlara kısaltarak Parax demeyi tercih ediyoruz. Onlarla da gezegen içi ulaşımlarımızı sağlıyoruz."

    "Ah galaksiler demişken daha demin camdan biraz görmeyi başarmıştım. Ayçiçeği Gökadası mıydı yanından geçtiğimiz yoksa ben mi uyduruyorum şu an."

    "Evet, evet tam da oydu. Bunu bilen ilk insan sensin sanırım. Ah doğru ya en son uzayla alakalı bir dergi okuyordun. Unutmamışsın demek ki." işler gittikçe korkunçlaşmaya başlıyordu. En son o dergiyi okuduğumu nereden biliyor olabilirdi? İzleniyor muydum yani onca zamandır. Ayrıca şu an iyi davranıyor olabilir ama kötü olup olmadıklarını nasıl bilebilirdim. Hem şuradaki önlüklü arkası dönük olan ne diye ayakta dikiliyordu öylece?

    "O neden ayakta dikiliyor?" diye sordum önlüklü adamı işaret ederek. 

    "Gemiyi uçuruyor da ondan. Büyükbabam olur kendisi." vow büyükbabası olan uzaylı hiç hayal etmediğim bir şeydi. Daha önce düşünmediğim bir şeyi bilinçaltımın rüyamda önüme sunması olabilecek bir şey miydi emin değilim. 

    "Kontrol paneli olmadan mı?" diye sordum meraklıca.

    "Zihin kontrolü ile oluyor. Neyse sen yorulmadın mı bu kadar soru sormaktan. Kenardaki demirlerden tutun bir an önce. Birazdan inişe geçeceğiz." diye hafifçe kızdı. 

    Ne dediyse hemen yaptım; hem kendi iyiliğim için hem de kötü biri olmadığına emin olamadığım için kimseyi sinirlendirmemek için. Yani yine kendim için. 

    Hafif sarsıntılı bir inişten sonra daha demin konuştuğumun büyükbabası bana doğru yaklaştı. "Demek bu kadar erken uyandın ha? Seni tekrar taşımak zorunda olacağımızı düşünmüştüm." dedi. Torununun aksine gözleri daha iriydi. Torunun gözleri küçük ve çekikti hafifçe. 4 tane kola sahipti, elleri ve ayakları iriceydi. Aynı torunu gibi yanak kısmında kabartmalı çizgisi vardı ama onda 3 tane vardı. Yine onun da 3 tane boynuzu vardı ama daha uzundu diğerininkilere göre. Teni de gri renkteydi. 

    "Merhaba efendim. Ben James." dedim ve başımı eğdim hafifçe. 

    "Biliyorum, biliyorum. Ben de Profesör Felb. Sonunda seninle tanışabildiğimiz için çok mutlu oldum. O da benim torunum Nasoe." dedi Profesör Felb. Ben de yalnızca kafamı sallayarak yetindim. 

    Mekikten indikten sonra biraz etrafa göz attım. Aynı anda da onları takip etmeye, kaybolmamaya çalışıyordum. Gördüğüm her yer, her şey sadece gri ve tonlarına sahipti. Başka hiçbir renk zerresi dahi yoktu. Ayrıca iğrenç kokuyordu burası. Çürümüş sarımsak gibi! 

    Biraz yürüdükten sonra hafiften eskimeye yüz tutmuş bir barakaya gelmiştik. Mimari olarak biraz farklıydı tabii. Tamam bayağı farklıydı. Ancak yakınlarında gördüğüm bir şey dikkatimi çekmişti. Pembe bir göl vardı barakanın yanında. Burada gördüğüm tek renkli şey oydu. Bitkiler bile yoktu. Zaten burada oksijen olmadığını söylemişti Nasoe doğru ya. 

    Merakıma yenik düşerek Profesör Felb'e " Onca renksizliğin içinde bu göl niye pembe renkte?" diye sordum. O da " O benim kendi icadım. Renk üretmek çok zor buralarda. Zor olsa da bir şekilde başardım. Baharın geldiğini haber vermek için o göl. Bahar gelmeye başladığında pembeleşmeye, kızarmaya başlar. Tabii sizin dünyanıza göre. Burada mevsimler yoktur." diye cevap vermişti. 

    "Peki neden baharın geldiğini öğrenmeniz gerekiyor Profesör Felb?

    "Fazla soru sorman senin için çok da iyi olmayacaktır çocuk." diye yanıtladı beni bu kez. Sanırım ölmemek için tek bir şartım vardı, o da benim için fazlasıyla zordu. Aklımda bu soru işaretleri, endişe, korku kol gezerken ben ne yapacaktım? Tabii ki de bir rehine olduğumu unutmadan ne derlerse onu yapacaktım. Annem ve babam kim bilir nasıl endişelenmişlerdir. Belki de öğretmenimi dava etmişlerdir. Peki ya arkadaşlarım? Böyle bir durumu hayal ettiğimde hep yanımda arkadaşlarım vardı. Onlarla beraber yaşayacaktık bu macerayı. Ama tek başımayken  bu bir macera gibi değil bildiğimiz gerilim, korkuydu. 

    Şimdi ise yol yorgunluğu vardır üzerimde diye beni bir odaya aldılar. Burası da çoğu yer gibi siyah, gri ve karanlık. En azından okul çantam yanımdaydı. Ama telefonum çekmiyordu. Aklıma yapabileceğim hiçbir şey gelmedi günlük yazmaktan başka. Bu günlük bir gün bulunur mu bilmiyorum ama bu yaşadıklarım gerçek. 

    Neyse yavaş yavaş uykum gelmeye başlıyor. Biraz ağlayıp uyuyacağım sanırım. Hem öyle daha kolay oluyor uyumak. Umarım yarın da yazacak vakit bulurum. 


Selaam! Çok geç geldiğinin farkındayım, üzgünüm. Bu haftanın kelimeleri sevgili Kağıttan Dünyam dan geldi. kelimeler bahar, anı, senaryo, ilham, sohbet. Onun yazısına da buradan ulaşabilirsiniz. Umarım beğenmişsinizdir. Görüşlerinizi bekliyorum. Bu aralar kendimi sıkı bir kampa aldığım için çok buralarda olamayabiliyorum ama elimden geldiğince bir şeyler yayınlamaya çalışacağım.

İnşallah görüşürüz. Hoşçakalınn..



    

12 comments

  1. Çok güzel olmuş, eline sağlık :))

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederiim!Beğenmene sevindim.Umarım devamını getirebilirim ben de çok isterim

    YanıtlaSil
  3. hımmm bak kelime oyunu ben düzenliyom yaa, sölememişsin yazdığını yaa görmemişiz ben de diğer arkadaşlar daa :) neyse ilkay görmüş o zaman, o da kelime oyuncuuu :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ya biraz sıkışık bir anıma denk geldi sürekli üzerinde düzeltme falan yapmam gerekti ondan oldu heep :(

      Sil
  4. ya bu çok güzel bir bilimkurgu öyküsü olmuş. ayçiçeği gökadası da ne güzel bir isimmiş. nolcak bakalım, ya yani rüya demek ki bu ama günlük de var, yoksa rüya değil mi. uzaylılar sempatik geldi bana :)

    YanıtlaSil
  5. Çok güzel olmuş ellerine sağlık

    YanıtlaSil
  6. İlk bölümü okudum çok başarılı ve güzel bir hayal dünyanız var. Şimdi ikinci bölüme sıra geldi :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beğenmeniz beni çok mutlu etti, teşekkür ederim:) 2.bölüm hakkında da fikirlerinizi bekliyorum :)

      Sil
  7. Güzel bir öyküydü. Karakter her şeyi çok tatlı anlatıyor. Uzaylılar ilgi çekiciymiş. Bakalım karakterin başından başka neler geçecek? :)

    YanıtlaSil
  8. Bakalım, neler geçecek? Teşekkür ederim:)

    YanıtlaSil

Senin düşüncelerin de benim için önemli. Onları benimle paylaşmaya ne dersin :)

Sude

Popüler Yayınlar

Ağaç Ev Sohbetleri #230 "Geleneksel Kültürü Korumak Önemli Midir?"

      Herkese selam! Nasılsınız, n'apıyorsunuz? Umarım günleriniz verimli geçiyordur, hayatınızdan memnun olduğunuz zamanlar geçirebiliyorsunuzdur.     Sevgili DeepTone tarafından düzenlenen Ağaç Ev Sohbetleri'nde bu haftanın konusu;       "Geleneksel kültürü korumak önemli midir?"      Ben geleneksel kültürü korumanın önemli olduğunu düşünüyorum. Bu dediğim elbette ki hep eskide kalmak  demek değil. Dünyayı, gündemi, yenilikleri takip edeceğiz ancak tamamen Batılılaşma, modernleşme adı altında da kendi özümüzü terk etmeyeceğiz demek istiyorum.      Geçenlerde okuduğum bir kitaptan örnek vermek istiyorum. Kitabın yazımı çok iyiydi ancak sanki çeviri kitap okuyormuş gibi hissettim. Şimdi bu kötü bir şey mi yoksa bir başarı mı? Evet, bence bu bir başarı. Ama şahsi düşüncem olarak ben yerli bir kitap okuyorsam bunu hissetmek isterim. Kitabı okurken sanki Amerika'nın bu üniversite temalı filmlerinden izliyormuşum gibi hissettim. Dediğim gibi bu bir başarıdır. Ancak g

BCP- Ocak| Scrubs Dizi Yorumu

        Selam! Nasılsınız, nasıl gidiyor hayat?     Geçen sene yoğunluktan dolayı BCP'ye katılmamayı tercih etmiştim. Tabii ki hayatım hala yoğun bir şekilde geçiyor ancak bu sene yoğunluklarımın hobilerimin önüne geçmesine izin vermek istemiyorum.(Ne kadar çok "yoğun" dedim de mi?) Yeni yıl kararı:)     Blogları Canlandırma Projesi kapsamında her ay bir tema belirleniyor ve temaya uygun kitap, dizi ya da film izleyip yorumluyoruz.      Ocak ayının teması; komedi, mizah ve müzik idi. Ben bu ay izlediğim bir diziden bahsetmek istiyorum. Bir komedi dizisi olarak karşımıza çıkıyor. Yer yer müzik temasını da kaplıyor.     SCRUBS Tür: Komedi Proje Tasarımcısı: Bill Lawrence Başrol Oyuncuları: Zach Braff, Sarah Chalke, Donald Faison, Judy Reyes, John C. McGinley, Ken Jenkins, Neil Flynn. Ülke: ABD Bölüm Sayısı: 182 Gösterim Süresi: 21 dakika Yayın Tarihi: 2 Ekim 2001- 17 Mart 2010    J.D ve Turk çocuk arkadaşlarıdır. Tüm okullara beraber giderler. Tıp fakültesine bile. Ok

BCP-Mayıs| Ejderhanın Kızı Kitap Yorumu

      Selam. Umarım iyisinizdir. Biraz gecikmiş bir yayınla geldim bugün. En azından gelebildim.      Mayıs ayı temalarımız; dram, tarihi, gotik ve İrlanda idi.      Ben tarihi bir kurgu olan Ejderhanın Kızı kitabını seçtim.      Ana karakterimiz III. Vlad. Nam-ı diğer Kazıklı Voyvoda veya Vlad Dracul. Kendisi çocukluğunu Fatih Sultan Mehmet Hazretleriyle beraber geçiren, onunla eğitim alan, büyüyen bir kişi. Aslında Eflak Voyvodası'nın da oğlu. Ancak Eflak ve Osmanlı arasında yapılan bir anlaşmadan dolayı Vlad ve kardeşi Radu Osmanlı'ya esir veriliyor. II. Murat onları da kendi oğlundan ayırmıyor ve II. Mehmet'le beraber eğitim alıyorlar. Çok iyi arkadaş oluyorlar hatta öyle ki Vlad ve Şehzade Mehmet kan kardeşi oluyorlar.       II. Mehmet tahta geçtikten sonra çok güvendiği arkadaşı III. Vlad'ı Eflak Voyvodası ilan ediyor. Vlad da gerçekten orayı güzel idare ediyor, Osmanlı ile ilişkileri iyi oluyor. Ancak bir süre sonra Vlad'ın ihanet haberi İstanbul'a ulaşıy