Öne Çıkan Yayın

Evin İçine Yağan Kar

      Herkese selam! Nasılsınız, n'apıyorsunuuz? Günleriniz nasıl geçiyor, nelerle meşgulsünüz? Tatil planınız var mı ya da memlekete mi gittiniz? N'aptınız n'ettiniz gelin biraz sohbet edelim.      Bana soracak olursanız çok şükür ben de iyiyim. Yuvarlanıp gidiyoruz işte:) Evde olmaktan son derece memnunum. Umarım şehir dışına çıkmak gibi bir şey yapmayız. Şu an öyle bir düşüncemiz var gibi durmuyor ancak pek belli de olmuyor bazen bir anda baş gösteriveriyor.      Dün akşam odamda kendi kendime takılıyordum. Blogda bazı değişiklikler yapmak istiyordum onunla alakalı bir şeylere baktım, denedim derken istediğim resmi yapay zekaya da yaptırabileceğimi fark ettim ve küçük bir paragrafla komut verdim. Hatırladığım kadarıyla şöyle yazmıştım: " Sallanan sandalyesinde çayını içerken diğer eliyle gözlüğünü düzelten kız kitap okuyor." tarzında bir cümleydi. Ve işte çıkan ilk tasarımlar...     Çok istediğim sonucu alamamıştım açıkçası. Çok soluk gelmişti. Kız derken bir k

İçimden Gelenler-5

 


    Selam! Bayadır görüşemiyoruz. Gecenin birinde "kalk yaz işte" diyen perilerim olmasa daha da görüşemeyecektik muhtemelen. Tam olarak nereden başlamam gerektiğini de bilmiyorum aslında. Sadece uzun zamandır bir "İçimden Gelenler" yazısı paylaşmak istediğimi ama bir şekilde bundan kaçtığımı biliyorum. Şimdi ne değişti derseniz onu da bilmiyorum. Birden icraata geçesim geldi. İçimdeki, aklımdaki her şeyi döküp dökemeyeceğim de meçhul tabii. Yazının akışına göre değişiyor çünkü. 

    Daha yeni kendi kendime düşünürken/ konuşurken genellikle yılın bu dönemlerinde bir depresyon havasına büründüğümü fark ettim. Takriben yılın son yarısı benim için hep umutsuzluk ve nefret dolu geçiyor. Neden hep bu zamana denk geldiğini düşünürken de şunu fark ettim; aslında yılın 2. yarısı benim için yıl başı olmuş oluyor. Yeni bir eğitim- öğretim yılı başladığı için benim için sene başı budur. Yeni başlangıçlar beni heyecanlandırıyor ve çok umut dolu oluyorum. Önceki sene olan kırgınlıklarımı, kızgınlıklarımı atıyorum bir kenara. Yeni bir başlangıç yapıyorum. Bu durumdan memnunum aslında yeni seneye temiz ve daha sağlıklı bir şekilde girmiş oluyorum. Ama böyle olunca da demiştim ya umut dolu oluyorum diye, beklentiye girdiğimden mi nedir bir şeyler ters gidince acayip bozuluyorum.

     Sıkıntı sadece bir şeylerin ters gitmesi de değil o ters giden şeylerin yani yanlış olan, aslında o şekilde olmaması gereken şeylerin hep o şekilde gidiyor olması. Bunu asla düzeltemiyor olmak beni deli ediyor.  

    Hayatta her şeyin 4/4'lük gidemeyeceğinin bilincindeyim ama bazı sorunlar o kadar sorun niteliği taşımıyor ki o olayları sorun olarak görüp birbirimize yansıttığımız için çok sinirleniyorum.(Çünkü bu sorunlar haddı zatında bir sorun olmadıkları için bir çözüm yolu da yok.) Ve özellikle bu tür şeyleri aklı başında olan-en azından olması gereken, ebeveyn olmuş çünkü- insanlar yaptığında küplere biniyorum. 

    Yaşadığım bir şeyi örneklendirmeye çalışayım. Yani tam olarak böyle olduğu için değil ama ben asıl olayı anlatmadan başka bir olaya benzeterek anlatmaya çalışacağım.  

    Varsayalım ki ben bir öğretmenmişim. Ama dersimi anlatır çıkarım diyen öğretmenler gibi değil gerçekten öğrencilerine menfaatli olabilmek için elinden geleni yapan, hatta kendini öğrencilerine adamış bir öğretmenim. Övünmek gibi olmasın:) Ama canım çocuklarım, öğrencilerim biraz garipler... Uygun kelimeyi bulamıyorum:) Yani laftan sözden, durdan sustan anlamıyorlar. Sağlıklı bir iletişim kuramıyoruz ne yazık ki. Ben onların bir büyüğü ve öğretmenleri olduğum için -aynı zamanda karakterim de gereği- çok kibar davranıyorum onlara. Şefkati, sevgiyi, müsamahakar olmayı hiç elden bırakmıyorum. Çok sabırlıyım. Bir şeyi 1 de 2 de 3 de ama karşı taraf curcuna kimse kimseyi dinlemiyor. Arkandan konuştuğu yetmemiş bir de yüzüne karşı da söylüyor, oranı buranı eleştiriyor. İnsan sinirleniyor tabii ki. Onların iyiliği için bir şey anlatmaya, öğretmeye çalışıyorum ama kimsenin taktığı yok. Tabii sinirimi onlara da gösteremiyorum. Çünkü üzülmelerini istemiyorum, çok seviyorum onları. Ama sinirim de var. O da benim içimde patlıyor işte. Olan bana oluyor. Benim içimi yiyip bitiriyor. E karşı tarafa bir şey geçiremedikten sonra da insan bir varlığını sorguluyor. Bu çocuklara ben bir şey katamıyorsam niye varım ki o zaman diyor. Ben diyorum. Ama öğretmen olmak benim çocukluk hayalimmiş. Tüm gençliğimi bunu hayal ederek, bunun için çalışarak geçirmişim. Büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorum. Sene ortasında bırakıp da gidemezsin. Diğer öğretmen arkadaşlarımı da zor durumda bırakmış olurum çünkü o zaman. E aynı çocuklar onlara da zor, onların üzerine daha ağır bir yük yüklemiş olurum. İçim rahat etmez. Bir sonraki sene bu mesleğe devam etmeli miyim? Geçmişte bunun hayaliyle yaşayan Sude'ye baktığım zaman çok üzülüyorum. Mesleğimi seviyorum. Her şey olması gerektiği gibi olsa sevmeye devam da edeceğim. Bıraksam devam etmesem bir sonraki sene için ya her şey yoluna girmiş olsaydı diye düşünüp pişman olurum kesin. Biliyorum kendimi. Biraz yaşamadığım bir şey için üzülmektense yaşadığım bir şey için üzülmeyi tercih etmeye meyilli bir insanım. Ama yine seneye de işler bu seneninkiyle aynı veya daha da zoru olursa o zaman da sanki bile bile kendi topuğuma sıkmış gibi olurum. 

    Bu arada öğrencileri ilkokul, ortaokul gibi düşünmeyin. Belki liseli olabilirler ama gayet aklı başında olunacak yaştalar. Ne yaparız öğrencimizin bir yanlışı olduğu zaman velisiyle görüş sağlar durumu ona bildiririz. Velinin de bu durumda çocuğunun yanlışından dolayı onu uyarması ve bu eksikliğin giderilmesi için bir uğraş içerisinde olması gerekir. Beennceeh. Ama bizim velilerimiz çocuğu dünyanın en yanlış hareketini yapmış olsa bile sonsuza kadar onun arkasında. Evladına destek veren bir ebeveyn olma durumunu biraz yanlış anlamış veya bu durumu fazla abartmış  bir veli ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Tamam çocuğuna destek ol zaten, sev onu, koru, kolla, "savunman gereken yerlerde" savun. Onun için güzel bir örnek ol. Ama Allah aşkına çocuğuna neyin yanlış neyin doğru olduğunu da öğret. İyi bir birey kazandır şu topluma. Sen de rahat et, gurur duy çocuğunla biz de rahat edelim. 

    Kimse kimseyi çekmesin arkadaşlar gerçekten çok zor bir durum. Yani hepimiz insanız. Hepimiz belli bir yaşa, belli bir olgunluğa, düşünce yapısına gelmiş ne güzel insanlarız. Biz niye saygı ve sevgi çerçevesi içinde yaşayamıyoruz. Farklı görüşlerimiz, düşüncelerimiz olabilir tabii ki olacak ama saygı duymak nasıl bu kadar zor olabilir?

    Hayatım ve kafam çok karışık. Yaptığım örneklendirme doğru olmuştur umarım. İnşaallah anlatmak istediğim şeyi anlatmayı başarmışımdır:) 

    Kısacası benim için olması çok garip, tuhaf, acayip, imkansıza yakın bazı yanlışlar olduğunda ve özellikle bu yanlışlar bir süreklilik halinde devam ettiğinde ve ben o yanlışları düzeltmeye muktedir olamadığımda artık hayattan soğuma evresine geçiş yapmış oluyorum. Yani bir anda yaşadığım bir olaydan dolayı depresyona girmiyorum. Olumsuzluklar silsilesi beni en son bu evreye getiriyor. 

    Eve geldiğimde kendi ortamım iyi hissederim diye düşünmüştüm ama öyle olmadı. Evde de depresyonum devam etti. Yarın tekrar gideceğim ve o kadar gitmek istemiyorum ki! O insanların yüzünü görmek istemiyorum. Kalbi kötü olan insanlar için ben iyi bir şeyler yapmaya çalışmak istemiyorum. Bir işe yaramıyor ne de olsa. Onların karanlığı beni de karartıyor ben de kötü düşünceli biri olmaya başlıyorum. Kendimi tanıyamıyorum. Sevmiyorum o Sude'yi. 

    Bir de çok düşünüyorum her şeyi. Gerekli, gereksiz çok şey takıyorum kafama. Bir sonuca da varamıyorum zaten. Anca kendi kendimin başının etini yemiş oluyorum. 

    Etrafımda sürekli olumsuz şeyler oluyor. Ama ben pes etmek istemiyorum. Tekrar tekrar yeniliyorum kendimi, baştan başlıyorum. Bir mesafe kat edemiyorum hiçbir seferinde. Ben yorulduğumla kalıyorum. Asıl sorun olan insanlar mutlu mesut hayatlarına devam ederlerken ben kendi kendimi yiyip bitiriyorum. Kaybeden ben oluyorum. Kendimden kaybediyorum çünkü. Enerjim, neşem kaybolmuş oluyor. Hiçbir şey yapasım da gelmiyor artık. Ne yaparsam anlamsızmış ve bir şeyleri değiştirmez gibi geliyor. Buraları aksatmamdaki temel neden de bu aslında. Hiçbir şey yapmak istemiyor oluşum. 

    Zaman zaman sahip olduğum sorunlarla dalga geçmeyi başarabiliyorum, onları hafife almayı, küçük görmeyi başarıyorum. Ama bazen de içimde büyüyor büyüyor patlıyor. Yine benim içimde patlıyor. Dalga geçmek, küçük görmekle iyi mi yapıyorum onu da tam bilemiyorum. Ama ciddiye alınca da bir şey olduğu yok. 

    Ya karışık ya! Aslında ortada büyük bir şey yok ama bir  yandan da var gibi de. Gerçekten gerçek derdi olan insanlarla kıyasladığım zaman elhamdülillah, şükürler olsun halimize. Ama işte diğer taraftan da canım sıkılıveriyor istemsiz. Acilen beynime tekrardan hükmetme yeteneğimi kazanmam lazım.

    Öyle işte arkadaşlarım dertler deryamdan bir avuç sizinle de paylaşmak istedim. Bu hafta depresyonun akıntısında oradan oraya savrulurken aklıma bir fikir geldi. Belki izlemiş olduğum bir videodan da esinlenmiş olabilirim. Yaşadığım bu saçma olayları bir fabl veya masal türüne uyarlayarak yazmak istiyorum bir deftere. Belki aslında bu kadar da ciddiye alınacak bir şey olmadığını kendime ifade etmeyi başarırım. Ve eğlenceli de olabileceğini düşündüm. Ama bunun için vakit bulabilir miyim onu bilmiyorum işte. 

    Sizin bana önerebileceğiniz yöntemler veya düşünce tarzları varsa tüm önerilerinize açığım. Buraya kadar okuduğunuz için çok teşekkür ederim. En kısa zamanda tekrar görüşmek üzere! Umarım:) Hoşça kalın, çok çok mutlu ve huzurlu kalın! 

    


0 comments

Sude

Popüler Yayınlar

Ağaç Ev Sohbetleri #230 "Geleneksel Kültürü Korumak Önemli Midir?"

      Herkese selam! Nasılsınız, n'apıyorsunuz? Umarım günleriniz verimli geçiyordur, hayatınızdan memnun olduğunuz zamanlar geçirebiliyorsunuzdur.     Sevgili DeepTone tarafından düzenlenen Ağaç Ev Sohbetleri'nde bu haftanın konusu;       "Geleneksel kültürü korumak önemli midir?"      Ben geleneksel kültürü korumanın önemli olduğunu düşünüyorum. Bu dediğim elbette ki hep eskide kalmak  demek değil. Dünyayı, gündemi, yenilikleri takip edeceğiz ancak tamamen Batılılaşma, modernleşme adı altında da kendi özümüzü terk etmeyeceğiz demek istiyorum.      Geçenlerde okuduğum bir kitaptan örnek vermek istiyorum. Kitabın yazımı çok iyiydi ancak sanki çeviri kitap okuyormuş gibi hissettim. Şimdi bu kötü bir şey mi yoksa bir başarı mı? Evet, bence bu bir başarı. Ama şahsi düşüncem olarak ben yerli bir kitap okuyorsam bunu hissetmek isterim. Kitabı okurken sanki Amerika'nın bu üniversite temalı filmlerinden izliyormuşum gibi hissettim. Dediğim gibi bu bir başarıdır. Ancak g

BCP- Ocak| Scrubs Dizi Yorumu

        Selam! Nasılsınız, nasıl gidiyor hayat?     Geçen sene yoğunluktan dolayı BCP'ye katılmamayı tercih etmiştim. Tabii ki hayatım hala yoğun bir şekilde geçiyor ancak bu sene yoğunluklarımın hobilerimin önüne geçmesine izin vermek istemiyorum.(Ne kadar çok "yoğun" dedim de mi?) Yeni yıl kararı:)     Blogları Canlandırma Projesi kapsamında her ay bir tema belirleniyor ve temaya uygun kitap, dizi ya da film izleyip yorumluyoruz.      Ocak ayının teması; komedi, mizah ve müzik idi. Ben bu ay izlediğim bir diziden bahsetmek istiyorum. Bir komedi dizisi olarak karşımıza çıkıyor. Yer yer müzik temasını da kaplıyor.     SCRUBS Tür: Komedi Proje Tasarımcısı: Bill Lawrence Başrol Oyuncuları: Zach Braff, Sarah Chalke, Donald Faison, Judy Reyes, John C. McGinley, Ken Jenkins, Neil Flynn. Ülke: ABD Bölüm Sayısı: 182 Gösterim Süresi: 21 dakika Yayın Tarihi: 2 Ekim 2001- 17 Mart 2010    J.D ve Turk çocuk arkadaşlarıdır. Tüm okullara beraber giderler. Tıp fakültesine bile. Ok

BCP-Mayıs| Ejderhanın Kızı Kitap Yorumu

      Selam. Umarım iyisinizdir. Biraz gecikmiş bir yayınla geldim bugün. En azından gelebildim.      Mayıs ayı temalarımız; dram, tarihi, gotik ve İrlanda idi.      Ben tarihi bir kurgu olan Ejderhanın Kızı kitabını seçtim.      Ana karakterimiz III. Vlad. Nam-ı diğer Kazıklı Voyvoda veya Vlad Dracul. Kendisi çocukluğunu Fatih Sultan Mehmet Hazretleriyle beraber geçiren, onunla eğitim alan, büyüyen bir kişi. Aslında Eflak Voyvodası'nın da oğlu. Ancak Eflak ve Osmanlı arasında yapılan bir anlaşmadan dolayı Vlad ve kardeşi Radu Osmanlı'ya esir veriliyor. II. Murat onları da kendi oğlundan ayırmıyor ve II. Mehmet'le beraber eğitim alıyorlar. Çok iyi arkadaş oluyorlar hatta öyle ki Vlad ve Şehzade Mehmet kan kardeşi oluyorlar.       II. Mehmet tahta geçtikten sonra çok güvendiği arkadaşı III. Vlad'ı Eflak Voyvodası ilan ediyor. Vlad da gerçekten orayı güzel idare ediyor, Osmanlı ile ilişkileri iyi oluyor. Ancak bir süre sonra Vlad'ın ihanet haberi İstanbul'a ulaşıy